19 Aralık 2013

The Way Way Back

Sorunlu çocuk hiç bu kadar sorunsuz olmamıştı.


Duncan  annesi, üvey babası ve onun şımarık kızıyla herifçioğlunun yazlığına tatile gider. Sessiz ve sakin bir çocuk olan Duncan biraz asosyal. Ama büyük sorunu bu değil-en azından bunu kendisi sorun etmiyor , sorun ettiği sürekli kendisini toparlayıp düzeltmeye çalışan üvey babasının düzgün olmayan aşırı tutumları.

Duncan bir kaçış bulup eğlence parkında iş bulup zorla sosyalleşip hayattan dersler çıkartıp bir yandan da olduğu gibi sevilmenin tadını çıkartıyor. Kendisine gelen özgüven de hayaını renklendiriyor.  Bu özgüven hayatını farklılaştrııyor.

Toni Collette, Steve Carrol, Sam Rockwell, Amanda Peet gibi oyuncuları barındıran film çok da amatör işi bir yeni yetme filmi değil. Eli yüzü oldukça düzgün.  Litle Miss Sunshine'ın yolunda giden stüdyo benzer bir iş çıkarmış. Genel olarak da çok beğenilmiş.

Ama ben 7 veriyorum. Bir sebepten çok sevemedim filmi. Aslında geriye dönüp bakınca daha iyi sindirdiğim için midir bilmem oldukça eli yüzü düzgün saçmalamayan bir film var. Gerçeklik ve sadelik üst düzeyde. Ama ilk izlediğim notun arkasındayım ve 7 veriyorum.

Saygılar.



18 Aralık 2013

Before Midnight

Film bu sefer de Before Sunset'in kaldığı yerden gerçek zamanlı olarak 9 yıl sonrayı gösteriyor.



Bir yunan adasında geçen film (yapımcı yunan olduğu için orası tercih edilmiş belliki)  usta bir yazarın davetiyle adaya tatile gelen çiftimizin bir öğleden sonrası ve gecesini anlatıyor.Önce Jess'in ilk evliliğinden oğlu bırakılır, kızlarının uykusu eşliğinde eve gidilir ve uzun akşam yemeği muhabbetleri başlar. Tabi ki yine muhabbet diyalog, tartışmalar.

Film öncekilerden daha az önceki olayları aydınlatma derdinde sanki. Daha çok din, tarih, çevre, SEX gibi genel konular konuşuluyor ve kırılma anında da biraz ikilinin ilişkisinin klasik evlilik tadında nasıl olduğuna bakıyoruz.

Evet hikaye oldukça tutarlı. Karakterler olaylara bakışları ve kavga ettiklerinde ağızlarından çıkanlar çok gerçekçi. Yani film olayların bilinmeyen yönünden çok karakterlerin 9 yılda çocuklu aile olarak nasıl bir hale geldiklerini  anlatıyor. Bence iyi de yapıyor. Daha usta işi duruyor bu haliyle. Ben sevdim ki ilk iki filmi izleyip sevenler bunu da seveceklerdir. 



Aşk her şeyi affeder mi?  Sex iyiyse evet affeder. 

Before Dawn ve Before Afternoon'u da bekliyoruz  :)

The Conjuring

Sevmiyom korku filmlerini. Ama şans veriyorum her seferinde.



Beni kriter almasın korku filmi sevenler. Banuya sordum o sevdi. İyiydi dedi. Bu tür filmlere ilgisi var hem de. Ama ben hem hikayelerin gerçek olduğuna inanmıyorum hem de bu tür olayları izlemekten neden keyif olduğunu anlamıyorum.

Yüksek oy verip 2013'ün en iyi filmleri arasına sokanlara şaşırıyorum gerçekten.

Benim puanım 6 kanka..

This is The End

Pek komik.



Üstelik sinema dünyasındaki karakterleri kendileri gibi göstererek dalga geçip eğlence katsayısını arttırıyor. Ezik tipler, kendine aşık olanlar, benciller ve başkasına aşık olanlar var filmde. Pek çok yanlış anlama, geyik ve eğlence de.

Bence yılın en iyi komedisi. Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim heralde. Uzatmayacağım izlenir. İkinci keresinde bile gülünür hatta.

Seth Rogen çok iyi iş çıkarmış.

9/10

The Broken Circle Breakdown

Oldukça etkileyici bir aile dramı. Ya da iyi bir müzik filmi. Karar sizin.


Ağır bir trajedi yaşayan bir çiftin giriş gelişme sonuç bölümleriyle karşı karşıyayız. Tek fark lineer akmayan karışık kurgusu olması. 

Film çocuklarını kaybeden bir çiftin tam ortaya bu trajediyi koyarak hikayesinin başlangıç ve bitişini anlatıyor. Böyle düşününce biraz 21 Gram'a benziyor gibi. Karışık kurgu çocuklarını kaybeden bir kadın falan... Ama bu filmi farklı kılan belki de müzikleri. Amerikada bile etkin kullanılmayan bir country tarzını çalan bir ekibin üyesi olan adam Monroe ve sevgilisi Alabama acının içinde sergiledikleri müzik performanslarıyla etkiliyor.

Film aile dramı gibi dursa da aslında biri inançlı biri ateist çiftin karşılaştıkları durum karşısındaki tepkilerini ve acılarını nasıl yaşadıklarını anlatıyor. Biri dünyadaki herşeye söverken biri kendi içine kapanıyor. ve yönetmen bunu neredeyse hiç bir şeyi acite etmeden üsturuplu şekilde yapıyor. bence filmin iyi olduğu yer de bu. müzik serperek sakinleştirip kafalarımızı dağıtıp sert bir hikayeyi kaldırılacak seviye de tutması. 

Bence iyi film. Dram seviyorsanız izleyin. 

8/10

12 Aralık 2013

Frances Ha



frances'ın kendini, hislerini, kafa karışıklığını ve her şeyi açıklayan konuşması filmin içinde kendi özeti gibiydi bence:

bir dakikanı almak istiyorum.

bir ilişkide ne istediğimi,
...neden bekâr olduğumu
açıklayabilirim. ha, ha!

zor bir durum -
...biriyle birlikte olduğunda...
...sen onları seversin ve
onlar bunun farkındadır,
...onlar seni sever ve sen de
bunun farkında olursun...
...ama bu bir parti...
...ve diğer insanlarla konuşursun,
...gülersin, ışık saçarsın...
...odayı araştırır, diğerlerinin
gözlerini yakalarsın...
...ama bu sahiplenici olman ya da...
...kusursuz bir cinsellik
yaşaman için değil...
...senin bu hayattaki...
...kişiliğinle alakalı bir durumdur.

bu durum hem komik
hem de üzücü ama...
...bu hayat sona eriyor,
ve tam da orada fark edilmeden...
...herkesi önünde duran
gizemli bir dünya oluşuyor...
...ama kimse bunu fark etmiyor.

yani dedikleri gibi,
etrafımızda başka bir boyut var...
...ama bizde onları
algılama yeteneği yok.

yani...
bir ilişkiye girmeme
sebebim işte bu.

ya da hayata, sanırım.
aşka.

sarhoş gibiyim.
sarhoş değilim.

yemek için teşekkürler.
görüşürüz.



 Birisi sondaki zile isimlik takmasıyla ilgili şöyle demiş : Sistemde bir yer edinirsin ama işte adından (kişiliğinden) feragat etmek zorunda kalırsın ve değişirsin diye. Mutsuz olursun diye.  Ben nedense öyle yorumlamak istemiyorum. Ne olursa olsun Frances'in bir şekilde mutlu olacağını göstermek istedi yönetmen. Filmin sonunda evi olunca o nedenle isimliği gösterdi.

06 Aralık 2013

Before Midnight

Film bu sefer de Before Sunset'in kaldığı yerden gerçek zamanlı olarak 9 yıl sonrayı gösteriyor.



Bir yunan adasında geçen film (yapımcı yunan olduğu için orası tercih edilmiş belliki)  usta bir yazarın davetiyle adaya tatile gelen çiftimizin bir öğleden sonrası ve gecesini anlatıyor.Önce Jess'in ilk evliliğinden oğlu bırakılır, kızlarının uykusu eşliğinde eve gidilir ve uzun akşam yemeği muhabbetleri başlar. Tabi ki yine muhabbet diyalog, tartışmalar.

Film öncekilerden daha az önceki olayları aydınlatma derdinde sanki. Daha çok din, tarih, çevre, SEX gibi genel konular konuşuluyor ve kırılma anında da biraz ikilinin ilişkisinin klasik evlilik tadında nasıl olduğuna bakıyoruz.

Evet hikaye oldukça tutarlı. Karakterler olaylara bakışları ve kavga ettiklerinde ağızlarından çıkanlar çok gerçekçi. Yani film olayların bilinmeyen yönünden çok karakterlerin 9 yılda çocuklu aile olarak nasıl bir hale geldiklerini  anlatıyor. Bence iyi de yapıyor. Daha usta işi duruyor bu haliyle. Ben sevdim ki ilk iki filmi izleyip sevenler bunu da seveceklerdir. 



Aşk her şeyi affeder mi?  Sex iyiyse evet affeder. 

Before Dawn ve Before Afternoon'u da bekliyoruz  :)

05 Aralık 2013

Le Passe

Tarihin yazılışına tanıklık edin.

Kitap gibi bir film Le Passe.  A Seperationdan bildiğimiz Asghar Farhadi yine tek tek soruları cevaplayarak seyirciyi yavaş yavaş doyurduğu bir film çekmiş.


Ahmed yıllar sonra Fransa'ya döner. Orada resmi olarak nikahlı göründüğü Marie'den resmi olarak boşanmak için. Ama geldiğinde ortalıktaki gerginliğin nedenini yavaşça hisseder. Bunun nednelerinden kaçııyor gibi olsa da zaten geçmiş elbet bir gün su yüzüne çıkmayı bekliyordur ve ahmed'e kendini gösterecektir. Marie kızı Lucie ve sevgilisi Samir arasındaki olaylar ortaya çıkacaktır. Öylesine yavaş ki öylesine sakin ki şaşıp zamanın her şeyi açıklamaya yetmesine inanamayacaksınız.

Film bir kitap zarifliğinde ilerliyor. Hiç sıkmadan anlattığı hikayesinde yer yer kendini farklı kişilere ve taraflara koyan yönetmen (belki de tanrı demeliyiz) aslında somut müdahalelerde bulunmuyor. Sadece anlatıcı olarak yer alıyor ve hikayenin sonundan ziyade anlatılmış olmasıyla ilgileniyor. 

Bence Asghar Farhadi iyi yönetmen olduğunu peşisıra iyi işlerle kanıtladı.Takip edilesi adamlar arsındaki yerini almış oldu. 

9/10

29 Kasım 2013

Şili'ye özgürlük.

Pinochet'nin askeri vesayetinin nasıl sonlandığını izlemek mi istersiniz reklamları mı?


Çoğunuzun reklamları tercih edeceğini tahmin ediyorum. Filmin yönetmeni de öyle düşünmüş olacak ki dönemi en hafif şekilde stilize ederek reklam kuşağıyla veriyor. Ama yine de oldukça sert bir film var karşımızda.Çünkü sert dönemi layıkıyla anlatmak kadar bunu nasıl etikili anlatacağını ve insanların bunu geçekten algılayacağını tahmin etmek ve bu seviyde film çekmek kanımca önemli. 

No; 1988'de Pinochet'ye gelen baskılar sonrası bir plebisit ile koltuğunda kalıp kalmayacağını gösterecek bir seçime gitme kararı alması sonucu onca yıl zulüm gören sosyalist kesimin "PINOCHETE'YE HAYIR" kampanyasını nasıl bir içeecek reklamı tarzında oluşturduğunu anlatıyor.

Olay örgüsü bence gereksiz, adamın amerikadan gelmesi karısından ayrılmış tek çocuk sahibi olması sadece hikayenin sağlamlaşması için gerekliydi. Eksik kalmasın diye konmuş. Ama umut vererek zulmü yenmek gerektiği teması kuvvetli. 

Filmin gerçekle birebir uyuşmadığını belirtenler var. Kampanya reklamcıdan önce bu şekilde olsun diyen politikacılar, No kampanyasını destekleyenin Amerika olduğunu belirtenler. Bazı kısımlarını bilemiyoruz tabi ama geçmişe ışık tutması açısından kıymetli buluyorum ben filmi. 

İzlenmeli. 

9/10

14 Kasım 2013

Captain Philips

No man is left behind.

Amerikan askerinin en sinematik laflarından biri bu. Bu da amerikan filmi zaten. E içinde askerler de var zaten. 
 

Kapringen Danimarkadan çıkmış bir modern korsancılık hikayesiydi. İnsan hayatının nasıl pazarlık yapılacağına değinen gerçekçilik dozu yüksek. 

Captain Philips Amerikan versiyonu. Zaten hikayeyi anlattım sayılır.Kaptan Philips bir aile babası. Orta yaşlarında bir uzun yol gemi kaptanı. Yola çıkar gemiyle ve Somali açıklarında açlık içinde olduğu bize gösterilen Somalili korsanların gemisine saldırısyla karşılaşır. Tecrübesiyle ilk saldırıyı püskürtse de inatçı Muse gemiye ikinci saltosunda çıkar. undan sonrası tam bir kahramanlık hikayesi. Gemi personeli kurtarmak uğrunakend hayatını tehlikeye atan Kaptan ufak akılcı tavırları ile püskürttüğü aç cahil korkak sinirli Somalilerin eline düşer. Ufak acil durum botuna mahsur kalır.

Tam bu sırada devreye acil durum çağrılarına cevap veren Amerikan ordusu devreye girer. Zaten filmin ikinci yarısı bu kovalamacayla geçer. Kaptan Philips hep sakin akıllı ve ustaca davranır. Amerikan ordusu ta ülkelerinden uçakla özel tim yollar ve iki tane koca gemi takar korsanların kaçırdığı Kaptanı lurtarmak için. Sonrası zaten kahramanlık hikayesi. Öncesi de öyleydi zaten. Hepsi öyle filmin işte. Kaptan kurtulur o anda şoka girer. Ağlar falan. Zor durumda sakinken ölen insanlar ve hayatta kalma içgüdüsü o soğukkanlı adamı sarsar. 
  

Neyse Kapringene gelirsek: 150 gün boyunca korsanların elinde kalan adamları ve az para verecem diye didinip gemi ekibini (neredeyse) umursamayan büyük şirketi anlatırken Captain Philips (her ne kadar gerçekten yaşanmış da olsa) 3 gün içinde basılan gemi kaçırılan soğukkanlı ulvi kaptan ve yüce amerikan ordusu çerçevesinde geçen bir klişe yumağı. 

Kapringen biraz daha uzun olmalıyken bu film kesinlikle daha kısa olmalıydı. Evet biraz Somalilileri gösterdi, inceden tayfanın biz asker değiliz sendikalıyız diyerek sosyal mesajını verdi film ama bir iki orta durum için koca filmi beğenmek bana göre değil. O kadar Ameirkan ki rahatsız edici. Laflara gel. Gerçek bir Amerikalının başından geçenleri beğenmeme açıklamalrım saçma gelebilir ama bu bir film. Daha farklı olabilirdi. En azından abartıldığı kadar iyi değil.

12 Kasım 2013

Kapringen - A Hijacking

Kaptan Philips öncesi bir de Avrupa versiyonu izleyeyim diye...

Film Danimarka gemisinin bilmediğimiz bir yerlerde (Hindistan Afrika arası Somali taraflarına yakın) Somalili korsanlarca basılması ve gemi mürettabatının geçirdiklerini anlatıyor. Hikayenin gemi tarafında aşçı Mikkel var. Ailesine dönme planları yaparken bir anda kabusun içinde buluyor kendisini. Aslında böyle dedim ama film daha çok Danimarka merkez ofisindeki CEO Peter'ın yaşadıklarına değiniyor. Peter'ın insan hayatına rağmen üstün pazarlık yetenekeleri ve kontrolü elden bırakmayan tavrı nedeniyle istenilen para üzerinden günlerce tartışmasını izliyoruz. 



Gemi sahneleri sadece olanı anlamamız için. Çok fazla oradakilerin psikolojik çöküşlerini göremiyor hissedemiyoruz. Geminin işgal anı ve kavga gürültü yok. Ama Peter'ın filmin başındaki pazarlık gücü ve üstün yönetim becerilerinin, koltuğunu korumak için yaptıklarının ve ruh halinin daha iyi yansıtıldığını düşünüyorum ki bu bence iyi değil. Sanki zulmü çekenler değil de ağlak politikacılar mağdurmuş gibi olmuş.  Onlar savaşıp mücadele etmiş gibi. Aslında yönetmenin yaptığı buydu. Emekçilerin çektikleri değil masa başındakilerin uğraşları anlatılıyor. Para kaybetmemek için verilen mücadeleyi anlatması sanırım yönetmenin isteği. Ne kadar insancıl görüneyasalarda yöneticilerin tek derdi para ve kötü reklam olmamsı gayreti.

İnsan hayatının para ya da madde üzerinden pazarlık konusu olmasına iyi eleştiri ama. Ne demiş Çehov: saklanan bir yüzük varsa filmin sonunda mutlaka patlar. Değer verilen şey her ne olursa olsun bunu kaybetmemek için mücadele verirseniz bir şeyler kaybedeceğiniz kesin. Ceo için de aşçı için de bu geçerli.

Afişteki birbirine benzeyen gemi ve silah imajları bence ikisinin aynı şey olduğuna bir gönderme. bu da benim tespitim işte napacan  :)
Neyse film daha iyi olabilirmiş. Evet Hollywoodvari aksiyonlara girmemiş. Kişilere odaklanmış. Bazen becermiş gibi olsa da daha sağlam olmalıydı. Daha uzun olup bizi insanların sıkkınlığına bulamalıydı. Daha sert eleştirmeliydi alttan alttan değil.

Herşeye rağmen CEO Peter gerçekten savaştı. Ne için olduğu size kalmış.Yerseniz.

8/10

Filmle alakalı başka yorumlar bu linkte Captain Philips yazısında.

11 Kasım 2013

The Lone Ranger

Gore Verbinski Karayip Korsanları bitince başka bir eğlencelik çekmek istemiş, tutarsa da seriye döndürürüm demiş.İnşallah tutmaz.

Film yer yer eğlenceli olsa da o kadar vasat ve o kadar Karayip Korsanlarının western hali ki hiç bir esprisi yok. Sıkılır mısınız izlerken hayır. Ama gerek yok. Zamanınız kıymetliyse bulaşmayın.

4/10  (çok uzun zamandır bu kadar düşük not vermemiş olaibliriim)

10 Kasım 2013

Promised Land

Gus Van Sant'ten bir "şehrime dokunma" güzellemesi.

Geziparkı olaylarına benzer yanı çok. Ama filmin Francis McDormand ve Matt Damon dışında çok bir olayı bence.



Tabi ki herkesin yaşadığı yer kendisine vadedilen toprak ama her yerde para için toprağını geleceğini satan insanlar yok değil. Film buna değinmenin ötesinde yaptığı işe inancını yitiren bir adamın kırsaldaki günlerini anlatması açısında fena değil. Yani kişisel ve minimal bakarsak film ortalama ama hepsi bu. Gus Vant Sant ne kadar dikkat çekebilir buna bilmiyorum.

İzlenirliği düşük değilse de izlenmese bir şey kaybettirmeyecek filmlerden bence. (sinamdan nek adar uzaklaştığımın göstergesidir bu yazı)


09 Kasım 2013

The Purge

Kötü senaryo ama zaten tırsak olan beni en azından korkuttu.


Korku filmlerini sevmedim sevemedim. Deniyorum ısrarla ama olmuyor. Bir tek The Others ve ispanyol yapımı El Orphanage senaryoları daiyi olduğu ve sorunsuz aktığı için iyiydiler.

The Purge aslında eleştiri dozu yüksek bir film.
Her yıl bir gece suç işlemek serbest. 12 saat boyunca ne polis ne ambulans ne itfaiye çalışmayacak. Herkes kendi başına kalacak. İnsanlar ya av ya avcı konumunda. Burası tabiki Amerika Birleşik Devletleri. Vebu gece sayesinde ülkenin ayakta kaldığınadem vurulup duruluyor. Yani koca ülkenin arınması şiddetin yasallaşmasıve serbestleşmesi. En kötüsü ise kabul edilir olması. 


James Sandin bir güvenlik şirketinin sahibidir ve arınma gecesi sayesinde satışları çok iyidir. Para kazanmaya başlamış ve evini arabasını yenilemiştir. Muhafazakar olan bu adam net şekilde arınma gecesinin ekmeğini yemektedir. Komşular ise bizim üzerimizden zengin oluyorsunuz tribindedi bu aileye karşı. (yok artık. adam iş yapıp para kazanıyor ve komşular bizi soydu tribinde. alma o zaman güvenlik sistemi adamdan)

Sonra bu gece başında kızıyla olan gerginlikler olsun eve oğlunun aldığı siyahi kaçak olsun bir anda huzurlu geçeceği düşünülen geceyi başka bir hale getiriyor. Zenginler gelip siyah adamı teslim et diyor. Derken muhafazakar abimiz bir anda insancıl düşüneyim mi ikilemindeyken kahraman olarak filmden ayrılıyor. Lan bu model bir adamı kahramanlaştırarak korumak nedir? Ailesini koruyordu değil mi? Ama insanların binlercesinin ölmesinin yararından bahsediyordu. Bunun faydasından. 
Ne oldu peki sonunda (klişe) salak komşular gecenin sonunda bizi soydunuz tribiyle evi bastı bunları siyahi kaçağın peşindeki zengin züppelerden kurtardı ama kendimiz öldürecez dedi. Sonra ne oldu? Evet bildiniz o siyah kardeşimiz geldi ve aileyi kurtardı. Yani ezilen adam geldi ve zenginliğe karşı insanlık dersi verdi. Onun da elleri kanlı ama unutmamak lazım. 
Neyse kötü film. Ama iş için ürdünde salak bir evde izledik. Tırstık haliyle yer yer. Hepsi bu. 

08 Kasım 2013

In Darkness

Kötü desem beni yakarlar.

Film kesinlikle insanın yine içini acıtan bir yahudi hikayesi. Siz zaten yarısını biliyorsunuz artık filmin.
 


Polonyadaki bir grup yahudi gettoları basılıp herkes öldürülünce kaçıp kanalizasyona saklanıyorlar. Burada da kanalizasyonları kontrol ve temizlemekle görevli aynı zamanda hırsızlık da yapan Leopold bu insalnalrı görür ve onları saklayacağını ama para ister.  Bir grup yahudiyi gizli köşelerde korur da. Bunun için çok direnir, mücadele eder herşeyi karşısına alır. Zaten Schindler List'ten beri biliyoruz insanların yahudileri (insanlığı) kurtarmak için girdikleri mücadelelere.

Film teknik olarak başarılı bence. Oyunculuklar da fena değil. Peki öyleyse neden hep bir ama hissi var yazıda. Var çünkü film o kadar klişeleşmiş bir hikayeyi anlatıyorki iyi olduğu halde çok şaşırmıyor çok beğenemiyoruz.  Ödüller alması normal. Film sıkıcı değil, akıyor ve izleniyor. Deneyin derim. Ama çok yenilikçi bir şeyler beklememekte fayda var.

Filmin yönetmeni Agnieska Holland Europa Europa, Copying Bethoven gibi filmler ve Wire, Cold Case, Bridge gibi dizilerin yönetmen koltuğunda yer almış biri. Biraz pazarlama yönü kuvvetli yani.


07 Kasım 2013

Jagten - The Hunt

Sarsıcı filmler vardır.  Jagten kesinlikle insanı sarsıyor. Rahatsız ediyor ve geriyor. Bu his film bittikten bir süre sonra bile içinizde kalıyor. Hala düşününce insanı öfkelendirebilen bir anlatıma sahip film.

Lucas bir suçlamayla yüzyüze kalır ve hayatı alt üst oluverir.

---------------------spoiler-----------------------
Lucas'ın en yakın arkadaşının 6 yaşındaki kızı kavgalı ailesinin yanında bu sakin ve ilgili adamı çok sevmektedir. Ancak Lucas onun anaokulunda görevlidir ve başka bir kadınla yakınlaşmaya başlar. Küçük kız tam falliklik dönemindedir ve bunu kaldıramaz ve müdüre hanıma Lucas'ın ona pipisini gösterdiğini söyler. Ve dünya tersyüz olur.

gustave le bon: "sosyal bir kitlede kişi sayısı arttıkça düşünsellik azalır, duygusallık artar."  demiş. Filmin başında çocuk kadın ailelerin olduğu bir gölette eğlence olsun diye buz gibi suya çıplak atlayan ve teşhircilik yaptıklarını düşünmeyen kitle söz konusu varsayım başkası tarafımdan gerçekleşince linç kampanyasına girişebiliyor. 

Lucas bu süreçte yalnız kalıyor, dışlanıyor, pedefili damgası yiyor. İşin etkileyici ve filmi iyi kılan kısmı ise yönetmen filmi öyle bir hale getiriyor ki neredeyse biz bile bir süre Lucas'ın suçlu olduğuna inanıyoruz. Aslında olup olmadığını bilmiyoruz da.
 
---------------------spoiler-----------------------

Ben rahatsız etmeyi bu kadar güçlü başaranbilen filmle nadiren karşılaşıyorum. Ve seviyorum bu güç nedeniyle düşündürtebilme başarısına. Kesinlikle izlenilmesi gereken bir diye düşünüyorum. Günümüzde de toplumun birey üzerine baskısı ve kendi ayıbını görememe durumuna ayna tutuyor.


Şölen (Festen) ve Dear Wendy'den tanıdığımız Thomas Vinterberg rahatsız eden filmler yapmaya devam ediyor. Dogma ile çektiği fimlere benzeyen Jagten, Mads Mikkelsen'in gerçekten döktürmesiyle etkileyiciliğini arttıran bir film.

Adalet kavramını sorgulattı bu film bana. Bir de insan ne kadar sabırlı olabilir (olmalı) diye sordurttu.sınırları zorlamayacaksınsabırkonusund. Bence insanın patlamaya her zaman hakkı var.

24 Ekim 2013

Pacific Rim






Valla Guilerme Del Toro sevdiğim bir abimizdir.  Üstelik bu filmi Ürdün çöllerinde iş için gittiğimizde grupça izledik yorgun ve sıkkınken iyi gelir diyerekten. Ama netekim öyle olmadı.
Film transformers'ın bir başka versiyonu olmuş ki onu sevmediğimi sık sık dile getiririm.

Neyse demem o ki iyi hollywood filmi izleyecem diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
Kısa tanım : Transformersların içinde adamlar var. Zira salak adamlar olduklarında bir tane beyin yetmiyor.  Deception'lar yerine de uzaylı Godzilla. Gerisi aynı terane.

5/10



19 Ekim 2013

Oblivion

Duncan Clark'ın Moon'una benzeyen oldukça akıcı ve başarılı bilimkurgu.



Uzun zamandır en keyifle izlediğim bilimkurgu. Görsel olarak da senaryo açıından da aksamadan işliyor. Film seyirciyi içine alıp yarattığı dünyanın her yerinde pervasızca dolandıracak kadar da rahat. İnsan olgusunu içine alışı başarılı. Yani yok olmuş dünyada robot çağında insanlar ve ruh hala var.

Bir gözetleme kulesinde ortağıyla çalışan ve madenleri (su kaynaklarını emen büyük gemileri) koruyan ikiliden Tom sınırları geçmeye başlayınca dünyanın farklı ve zorunda bırakıldığı kadar olmadığını fark eder. Kendine bu yok olmuş dünyada bir vaha bulur. Bu sınırları geçme durumu tabi ki istenmeyen bilgilere ulaşmasına ve aslında bildiği herşeyin farklı olduğunu fark etmesine neden olur.

Aşkı, dostluğu ve doğruyu bulur insan sınırlarını aşınca diyor. (çok Hollywoodvari bir demeç oldu film gibi) Ama bireylerin büyük şirketler ve yönetimler tarafından kolayca hiçe sayılmasına ses çıkarır gibi durması bile güzel.

Ancak sonuçta bir hollywood aksiyonu bu çok da şey beklemeyin (inanın bu sayede daha çok hoşunuza gidecek). Ama benim gibi bilimkurgu ve post apokaliptik dönem filmi seven biri olarak hoşuma gitti. Puanını da ona göre abartılı bulabilirsiniz. Olsun. 

8/10





13 Ekim 2013

The Grandmaster

Yalnızca Wong Kar Wai hatrına izlenebilecek bir film.
Zaten yeterli dediğinizi duyar gibiyim.



Hasbel kader IP Man serisini de izlediyseniz bu filmin seyir seviysi oldukça düşük belirtmeliyim. Yine görsel olarak zengin ama gerçek bir dövüş filmi değil. Amaç da o değil zaten.

Zaten Ashes of Time da böyleydi. İyi film diyebilsen de sıkılmamak elde değildi. Burada sert girdim biraz biliyorum. Film tabi ki vasat değil ve pek çok açıdan IP MAN ile mukayese kabul etmez. Ama nedense (pek çok neden var tabi) insan WongKar Wai'den biraz fazlasını da beklemiyor değildim.


Film Bruce Lee'nin de hocası olan dövüş sanatları ustası Ip Man'ın hayat hikayesini anlatıyor. Tabi bunu bol dövüş ve kahramanlık hikayeleri ile yapmıyor. Burada zaten Wong Kar Wai'nin romantizmi devreye giriyor ve Ip Man'in aşk hayatı tercihleri ve hayatının zorlu kısımları anlatılıyor. Aralara konan dövüş sahneleri de gerçekçiliğe yaklaşan ve stilize kamera kullanımı ile insanı etkileyen-filmin tempometresini arttıran bölümler oluyor.

Ama Wong Kar Wai görüntü ve oyuncu  yönetimi - kahraman birinin sadeleştirilmiş gerçek hayat hikayesini anlatmak cesaret işi gerçekten.

Ama filmin biraz bu hale gelmesinde Tony Leung'un çekimler sırasında ayağının kırılması çekimlere yaklaşık 6 ay ara verilmesi olduğunu düşünüyorum.

7/10

03 Ekim 2013

Throne of Blood

Birinin zihnine bir bir fikir ek ve gerçek olmasını bekle.



Hele ki etrafında bir kadın varsa merak etme o fikir mutlaka gerçeğe ulaşır. Kadın tehlikeli. İnsanın kendisinden daha tehlikeli tek şe belki de. Ama beni daha çok etkileyen kısmı Inception benzeri bir fikir yerleştirme gerçekleşmesini bekleme durumunun kurosawaca işlenmiş olması. 

Kalelerini tek tek kaybederken kahramanca savaşarak imparatorluğunu kurtaran iki kale beyini huzuruna çağıran kral, onların yolda karşılaştıkları kahinin etkisiyle sonunu getireceklerini bilemezdi. Hem kralın hem yeni kralın hem kendilerinin hem her şeyin.

Kahinin öngörüsü gerçek olur muydu bilinmez, ta ki bir kadının öngörüler gerçekleşmek zorunda diyerek kale beyi kocasını kışkırtmasıyla başlayan "geleceği değiştiremezsin" kaygısı filmin genel konusu oluyor.

Bir insana öleceksin dersen bir yolunu bulup ölür. Film bu noktada insanın manipüle olmaya yatkınlığını ne güzel işliyor.

Rashamon'ı yazmışım 2 yıl önce. Bir iki yıl sonra başka bir Kurosawa filminde buluşmak dileğiyle.Her izlediğim filmiyle hayranlığım ve şaşkınlığım artıyor.

Seven Samurai
Hidden Fortress
Ran
Ikuru yazmam gereken diğer filmleri.



Furious 6

Düşünki böyle bir filmde 2 kere uyuyakaldım. (Hala da bitiremedim). 


Bu tür filmlerde uyumayı adet edindim. Çünkü filmin hiç bir sürprizi yok maalesef. Aynı klişeler aynı olay örgüsü aynı karakterler aynı arabalar aynı yarışlar. Neden izliyoruz bilemiyorum. İyi olan birinciyi 6 tekrar yapmaktan farksız bunun 6.sını izlemek.  Ne var pist değişmiş. Amerika ya da Rio değil de Londra olmuş. Hepsi bu.

Hakkında uzatacak bir şey yok. Gereksiz bir film daha izlemiş oldum. 

5/10

The Internship

Beklediğiniz neyse tam olarak o.



Evet film tam da bekleneni karşılıyor olsa da eğlenceli ve akıcı. Klasik bir hikaye akışı var. Tam hollywoodluk ve hiç Google'luk görünmüyor. Ama yine de izlenebilir sınırında bir film "Genç Çıraklar" (Bu adın bağlantısı ne. Yaşlı iki tane adam stajyer olarak Google'a girerse genç çıraklar adı biraz abest oluyor ama yapacak bir şey yok).

Billy ve Nick kol saati satan iki pazarlamacıyken işyerleri kapanır ve yeni iş arayışına girerler. Sonra piyasa için dinazor kaldıklarını fark ederler ama Billy (Vince Vaughn) vazgeçmez ve Google'un stajyer programına başvurur. Hasbel kader kabul edilirler ve Google kampüse giderler. 

Hikayenin sonrası daha çok bir üniversiteye kabul edilen iki yaşlının durumundan ibaret. Film eğlenceli de olsa aslında daha fazla eğlence çıkabilirdi orta yaştaki adamların gençlerle takılmalarından. 

Sonrası klişeler yumağı her şey kötü giderken bir anda toparlayan yaşlı ve ezik ekibi....  Anladın sen. 

Beklentileri yükseltmeden eğlenceli sıkıcı olmayan bir film. İzlenebilir. 

7/10


30 Temmuz 2013

2 coelhos

İlk girişi ve sonu çok güzel.


Keyifli. Bu filmle ilgili ilk şey.

Brezilyada bir trafik kazasıyla ölüme sebep olan Edgar iki yıllığına şehirden gider ve döndüğü zaman bambaşka planları vardır. Adelet bir şekilde yolunu bulmalıdır.Edgar kurduğu planla sebep olduğu yıkıma çözüm üretmeye çalışıyor. Öyleki yıkıma sebep olan kendi hariç kim varsa onları da alaşağı etmekte kararlı. Ne pahasına olursa olsun.

Film yozlaşan adalet ve politikayı çok güzel eleştirirken sürekli aksiyon vererek sıkılma ihtimalini ekarte ediyor. Her ne kadar sona doğru biraz uzasa da film temposunu iyi ayarlıyor.

Filmin geçmişle bağlantısı ve ince düşünülmüş planı insanı çok etkilemiyor olsa dasert eleştirisi insanda bir gülümseme bırakıyor.

İzlenir mi? Evet Hollywood aksiyonundansa iyi ve derdi olan bir Brezilya filmi izlemek 3 kere daha iyidir.

7,5/10


14 Temmuz 2013

Upside Down

İlk yarısı "normal olmayan bir dünyanın" hikayesi olduğu için bilimkurguyken ikinci yarısı gereksiz bir aşk filmi. 



Bin kere diyorum (yılların köşe yazarı edasıyla) aşk filmi olmaz bilimkurgudan. Olur da eski sancılı ilişki olur Solaris ya da Inception'daki gibi. In Time, Adjustment Buroue gibi ya da bundaki gibi gereksiz aşk filmi çekmeye çalışırsanız güzelim bilimkurgu fikrine ihanet etmiş olursunuz. Brazil hala izleniyor ve "District 9" on yıl sonra izlenecekse bundandır. Aşkı güzel senaryoya meze etmediklerinden. 

Sanırım senarist yönetmen güzel fikir buluyor sonra yapımcı girip film satsın diye böyle bir şey yapıyor. Ve aynı dünyada yerçekimleri farklı alt üst yaşanan hayatları düşünmek oldukça yaratıcı. Ama bir fikirden yola çıkarak filmi çekmeye çalışırken aralara soktukları "aşkım için herşeyi yaparım" mottosu sıktı artık. Yapamazsın arkadaşım. Gel iett beklerken taksiciyle fazla para için seni dolandırıyor diye kavga ederken aşkın için her şeyi yap bakalım. İşte o zaman bilimkurgu olur yaptığın. 

Güzelim fikri çöpe attıkları için acımıyor ve puanlarını kırıyorum bu tür filmlerin 

5/10


12 Temmuz 2013

Warm Bodies

Farklı zombi filmi.
Keyifli heyecanlı romantik. Bence oldukça başarılı. 




Neden bilmem zombi filmlerini çok sevmeyenler var. İşte bu film onlar için büyük şans. Bu filmle başlayarak devamını da getirebilirler.

Warm Bodies adı afişi ve genel hollywood algısı yüzünden büyük klişeleri olan bir film havası yaratıyor. Ancak World War Z'i de izledikten sonra (hatırlarsanız o klişeler yumağı salak bir filmdi) bu film sıcacık yenilikler barındırıyor.

Filmde "R" isimli zombimiz bildiğimiz zombilerden oldukça farklı. Düşünüyor ama hareketleri ve hayat tarzı zombiliğe bağlı. Bir gün Julie ile karşılaşır ve onu diğer zombilerden kurtarır. Onu saklar (alıkoyar). Sonra da onu zombilerle dolu bir havaalanından kurtarır ve The Walking Dead'in Major'u gibi kalan insanlığı kurtaran babasına ulaştırır.



Film bu aşamada değişiyor ve klişeleri yıkıyor zaten. İlk andan beri belli etse de sevginin her şeyin ilacı olduğundan yola çıkarak her şeyin iyileştirilmesinin mümkün olduğunu gösteriyor. Sevgiyle en büyük gördüğümüz düşmanı bile anlayıp tanıyıp sevebiliriz diyor. (lan bir siyasi alt metin bulmasam bir filmde de ne güzel olacak oysaki)

Filmin yönetmeni Jonathan Levine bence oldukça eğlenceli filmler yapıyor. Önceki filmleri 50/50 ve  The Wackness ile bu film birleşince bu kesin.

Oyunculardan Nicholas Hoult oldukça sempatik ve orta üstü, Teresa Palmer ise geleceğin yıldız adaylarından. Yaşı itibariyle değil zira 27 yaşında ama şimdiden bir Terrence Mallick filminde oynayacak. Büyük kriter.  

8/10 

11 Temmuz 2013

The Call

Bu filmlerin yazılacak bir şeyi yok. Sadece hatırlamak için not.
Zaten yaz geldiği zaman mutlaka bir dönem oluyor sadece salak filmler izliyorum. Uzak kalmamak için. Antreman olsun diye. Sonra bu tür filmlerden o kadar sıkılıyorum ki iyi filmler izliyorum.

Artık blogu takip eden de yok ama film önerisi olan varsa yazın. Sevinirim.

The Incredible Burt Wonderstone

Piiii. Her şeyin bir sınırı var ama değil mi? 



Filmi hangi kafayla indirdim ve izledim bilemiyorum zira hiç bir şey hatırlamıyorum. Sanırım filmin bir sahnesinde geçen gazdan bize de saldılar ve uyuduk uyandık.

Evet komedi filmi ve sihirbazlık barındırıyor. Jim Carey, Steve Carroll, Steve Buscemi ve Alan Arkın var. Bir de Olivia Wild ki her biri film izleme sebebi olabilecek adamlar. Ama bir araya geldikleri bu proje gerçekten felaket.

Uzatacak bir şey yok. Açın internetten sihirbazlık gösterileri izleyin daha iyi.


04 Temmuz 2013

Dead Man Down

klişe ama iyi diyenlerin olduğu bu film klişe ve iyi değil. 



evet belli bir temposu var. izlettiriyor kendini ve artık yaşlanan ben için önemli kriterler bunlar. ama filmin senaryosunda o kadar çok atlanan detay var ki filmin oralarına takılmamak elde değil.

alphonse'nin kurduğu telefon tuzağından nasıl kurtuldu,silahı aldığı adam kimdi, kızın fransız annesini hikayesi nedir, ilk öldürdüğü adamı bir mafya babasının evine nasıl yerleştirdi şimdi hatırlamadığım tonla şey.

derseniz ki böyle film izleyip ne bekliyon haklısın derim. ama fim iyi değil. sadece kendini izlettiriyor aradaki farkı kaçırmayalım.

6/10

30 Haziran 2013

World War Z

Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan çaresizlik.

I'm Legend denen filmi sevdiyseniz ve biraz senaryo bazında incelediyseniz bu film onun kötü bir kopyası.



Gerçekten Marc Foster'dan hep bir şeyler bekliyorum ama son filmlerinde hayalkırıklığı yaşıyorum. Bu film de pek çok açıdan kötü.

Hikayenin anlatımı bozuk. Cıvık bir aile dramasına döndürmeye çalışmak bir bilimkurguyu gerçekten yazık etmektir. Hastalık neden çıktı. Nasıl sona erecek. Olayların gelişimi. Hastalığın özellikleri gibi soruların hiçbirine cevap vermiyor. Kamuflaj kelimesine yaslanıp geçici bir çözüm üretiyor.Film zaten komple kamuflaj gibi bir şey. Saklanıp duruyor. Ortaya atamıyor hiç bir şeyi.Gözler önüne seremiyor.

Zombinin ne olduğunu da artık biliyoruz.
Normal bir insandan daha hızlı koşan, 20 metreden düşünce kemikleri kırılsa da koşmaya devam edebilen, kuluçka süresi 10 saniye olan bir zombilik hastalığı var filmde. Olum 10 tane film 100 episod dizi izledik zombiler böyle değil. Neyse uzatmayayım. Olmamış.

İsrail propagandası ise almış başını yürümüş. Filmin en net anlattığı bölüm İsrailin çektiği çileler nedeniyle önlemler alıp insanlığı kurtarmaya çalıştığını anlatmasıydı. Duvarları hastalıktan korunmak için yapmış ve müslüman hristiyan kapılarından gelen herkesi de içeri alırmış. Peh peh peh. Napak inanak mı kanka?

Tek sempatim ise yardımsever Belerus Airways pilotlarına. Onlara 10 puan veriyorum filmin gerisi sınıfta kaldı. 

İzlemezseniz bir şey kaçırmazsınız.

5/10

29 Haziran 2013

Beasts of the Southern Wild

Ne zamandır yazacağım bu filmle ilgili. İzleyeli 10 ay oldu bile. Ama toparlayamıyorum bir yere koyamıyorum filmi. Benim hayalgücüm yetmiyor anlatmaya.



Küçük kızın babasıyla yaşadığı dünyayı anlatan film gerek dünyanın hali gerekse Hushpuppy'nin (küçük kızın) babasıyla olan ilişkisi üzerinden etkileyici bir şekilde akıyor.

Tamamı amatör oyuncularla çekilen filmin etkileyici performanslarının hiç bahsinin geçmemesi ise kara komedi. Oscar ve pek çok festivalde aday olmak için bile sendikaya kayıtlı oyuncu olmak gerekiyormuş. Bu nedenle çoğu ödül alamadı.

Film gerçekten bir kızın dünyayı nasıl gördüğünü olacak en etkili şekilde anlatmış. Gerçek olamayacak bu dünyanın ise aslında çok uzak olmadığını biliyoruz. Amerikadaki kasırgalar sonrası; yaşanan dünyanın zaten zalimliği, terkedilmişlik her açıdan bir araya gelince iyice ağır bir hal alıyor. Haliyle Hushpuppy bundan hayalgücü ve sevgisiyle kurtulmaya çalışıyor.

Etkileyici.
Bir ara izleyin derim ama artık zamanı geçti. Sanki yine de yıllar sonra izlenecek filmlerden değil gibi. Ama bilin 2013'ün en iyilerinden.

25 Haziran 2013

"Celal ile Ceren" Anket Doldurursanız çok sevinirim


https://docs.google.com/forms/d/1zPFZ1ecocKEKAwzoyd5iG8IgpeVS6uDVcpxZnLJJKuM/viewform

Selamlar;
Yüksek lisans tezimi bitirmek için yukardaki linkteki anketi tamamlamam gerekmekte. Yardımınızla sadece 2-3 dakikanızı ayırarak anketi doldurursanız çalışmamı sonlandıracağım.


Kişisel bilgileriniz hiç bir yerde hiç bir şekilde hiç bir kimseyle paylaşılmayacaktır. Çalışmanın sonuçları sadece akedemik bir çalışmada (genel olarak ) görülecektir.
Celal ile Ceren filmini izlediyseniz ve izlediğini bildiklerinizle paylaşırsanız sevinirim. Filmi izleyip anketi cevaplamak isteyenler için filmin linki http://www.kupafilm.com/celal-ile-ceren-tek-parca-izle/2

Şimdiden teşekkürler.
Saygılar, sevgiler.

Peşin not: Valla bu filmin neresinden tutsam elimde kalıyor ama 2013 yılında şu anda en çok gişe yapan filmlerden biri olduğu için "ürün yerleştirme" konusunu içinde barındırdığı için bu filmi çalışmak zorundayım. Yoksa bu film evlat olsa sevilmez arkadaşlar. Film kötü diye bana yüklenmeyin allasen  :)


Arkadaşlar yüksek lisans tezim için lazım: üniversitede okuyan arkadaşlarınıza aşağıdaki iletiyi yollayıp anket yaptırabilir misiniz?
 

16 Nisan 2013

Yönetmenlerin Kariyerlerine Neden Olan 8 Hata

As your filmmaking career starts to grow, it’s crucial that your actions don’t strangle it in its infancy.
By avoiding the mistakes that so many filmmakers make you have a far greater chance of succeeding well beyond the first 2 years of the launch date of your career.


1. Doing Too Much Yourself

Business owners as well as filmmakers fall into this trap as they attempt to minimise costs. It can mean that you will get bogged down in the day-to-day nitty gritty, keeping you from stepping back and taking a good hard look at the future. Future planning, and with it, the ability to anticipate problems, are two important areas successful filmmakers have to keep control of. Doing too much can mean that the fire-fighting cycle just keeps repeating over and over again.
Coupled with that is the guilt associated with neglecting family and personal relationships. This often leads to exhaustion and collapse.
Why not call for extra help before you need it, and not after the cracks have begun to show, and usually, it is too late.

2. You Don’t Know What You Don’t Know

Most independent filmmakers start their career because they are really good at something. Some are really good at directing action, others have a flair for working with actors, and others are just good solid all-rounders.
What many filmmakers forget is that it is a business which involves a host of different skill sets. They forget that filmmaking requires the basic business management skills such as: sourcing new clients and work, marketing and publicity, recruiting new crew and staff, and managing the cash flow questions that any small business has. Add into this the creative mix and you have the potential for a meltdown.
Running and more importantly, developing and expanding your movie career is like growing and developing any type of business. It is unlikely that you will have the expertise to do everything needed yourself.
Successful filmmakers learn to recognise their own skills and knowledge and take action to fill the gaps in their career plan.




3. Quitting The Day Job Too Quickly

A filmmaker or screenwriter’s passion in what they are doing is usually so high that they enjoy some intital successes and revenues. They then quit their day jobs and hire premises and staff – only to face psychological and financial ruin when their early successes have been a minor blip on the long hard haul to a successful career.
Everyone needs money in order to survive. Make sure you are able to cover your monthly expenses before you ditch your day job. Often people try to get film work, but don’t know how to get work without experience.
Done correctly, you might be able to apply for funding or enjoy certain strategic tax benefits depending on your personal profile and the geographical territory you live in.

4. You Haven’t Got Anyone To Talk To

Filmmakers have career issues which often require discussion and debate. The difficulty facing most filmmakers is that they find it very difficult to find anyone they can relate to.
Certain legal and technical challenges can be discussed with an accountant or lawyer. But issues of creativity are not the issues you want to discuss with inappropriate people.
Having no network is potentially very damaging. Discussion with a trusted advisor or friend is where one finds new ideas and perspectives. Having your project and ideas endorsed is also nourishing for one’s ego. Lukewarm receptions can indicate that your ideas are not developed enough.


A small network of trusted people able to ‘get’ you and to listen and discuss ideas with you is an essential part of a filmmaker’s success.If this is your first visit to Raindance’s website, why not subscribe to our free weekly newsletter – it’s a great way to share ideas.

5. Working With The Wrong People

Filmmaking is a passionate business. It is also almost always very last minute. Add on top of that, the chronic fatigue. Under these circumstances it is tempting to hire people for production and other jobs quickly without properly interviewing and checking references.
Remember, no matter how good someone is, if there’s a difference in values, then the only questions that matter are “When will the row happen?” and “On what subject will it be?”
Always be asking yourself: how much real experience do they have? Is it relevant to what you need? Are their skills and experience complimentary to yours? Do you have mutual respect? How important will you be to them? Do they know their own limits? What networks and contacts do they bring? Will they let you talk to their previous employers/collaborators to get a feel of how they work?
As always, don’t agree to work with anyone until you feel comfortable. Make sure you don’t fall for one of the cons filmmakers fall for. And make sure you have written contracts in place for any creative collaboration.


6. Lack of self awareness

Many filmmakers are afraid of admitting their fears and inadequacies because they don’t want to lose the mantra of praise that they want to follow them everywhere. They won’t take any criticism from anyone because they don’t trust them and because they believe they know better. When confronted they usually nitpick ridiculously fine details and refuse to entertain the creative or practical suggestions from anyone else.
This makes it very difficult to develop a team, and as the word spreads, they find fewer and fewer people willing to collaborate with them.
Successful filmmakers are brutally honest about themselves. Get some vital feedback from that special and trusted friend.

7. Staying In The Comfort Zone

Most filmmakers work with the same team members over and over again. There is nothing wrong with this – except – who is challenging and testing you and your ideas?
It’s an easy trap to surround yourself with ‘yes’men. Working with people who challenge you may be uncomfortable, but it’s a whole lot easier then attending a disastrous screening of your movie because no one around you had the courage to say “hang on a minute – what about XYZ?”‘
Hip, innovative filmmakers pick up those cool ideas from outside their conventional thoughts. They learn to accept constructive criticism and learn how to deal with negative criticism.
Mixing with others will increase your chances of doing this. The more diverse your contacts (whether by sectors/age/ethnic group/gender), the more you’ll also be able to “narrow the angles” on potential incoming problems; someone in your group will have had experience of issues that you haven’t – better to learn from others’ mistakes than get extra battle scars yourself!

8. Not Knowing Why You Want To Make Movies

Filmmakers make movies for many different reasons. It doesn’t really matter why you want to make a movie. Some make movies because they want to make money. Others make movies to get a message across. Others make movies because they are attracted by the allure and glamour.
Decide what your ambitions are before you head off and attempt a career in filmmaking. Realise that your real reason for making movies will predetermine much of what you try and achieve.
By avoiding, at least to some degree, these eight common mistakes your filmmaking career has a much more decent chance of success. Analyse each of these eight areas and take appropriate action.



Best wishes!


kaynak : http://www.raindance.org/8-mistakes-filmmakers-make-that-kill-their-careers/  

08 Nisan 2013

Celal ile Ceren


İnciciler az bile yapmış panpa.

Filmin imdb notu 2.0  ve tüm zamanların en kötü listesinde. Sonuna kadar bunu hakediyor da.
Filmin orjinal bir konusu olmadığı gibi komik bile değil. Vasat bir filmde bile daha çok "tıslayarak" gülmüşümdür heralde.

Şahan'ın tv8 deki şovlarından bu kadar kalitesizleşerek uzaklaşmasına alışığız ama film yine de daha iyi olmalıydı. Zira  daha kötü olamazdı.

2/10

30 Mart 2013

Jack Reacher the Giant Slayer

Arada bir kaç iyi film izleyince kötü film izlemeye hakkım var diyor ve kendime bu kötülüğü yapıyorum.

İki tane kötü film Jack Reacher ve Jack the Giant Slayer. Birer hafta arayla izledim ve gerçekten kendime artık kötülük yapmama gerektiğini düşündüm.
Jack Reacher orta üstü puanlaına göre standart bir aksiyon. Hiç yeni bir şey yok, ekstra bir şey de yok. Zaman kaybı. 


Bryan Singer Usual Sspects'ten bu yana benim ilgimi çeken ek film daha çekmedi. X-Men serisi iyi diyebilirsiniz ama ne yaratıcılık olarak ne de hikaye anlatımı olarak tatmin edici değil. Hele bir sonu var ki: son zamanların moda devamı gelecek bakışıyla biten evlere şenlik.

İngiliz kadro fena değil ama film vasatı geçemiyor.

5/10    (iki filmin ortalama puanı)

28 Mart 2013

Searching For Sugar Man

Aramaya inanmak.



Aramaya inanmak.
Bu filmin mottosu budur.

Bir adam kendi ülkesinde hiç bilinmeyen bir şarkıcıyken kaçak yollarla girdiği `Güney afrika`da en az `elvis` kadar ünlü olacak ama bunu kendisi bile bilmeyecek. Hayranları da onunla iligli hiç bir şey bilmeyecek.

Bu iletişim çağında böyle bir şeyle karşılaşmak insanı şaşırtabiliyor tabi ki. Ama yine de Rodriguez'in hayatı da başlı başına olay.

Film başarılı tabi ki ama merak duygusunu hiç yitirmeyen ve aklımızdaki sorulara sabırla tek tek cevap veren yönetmen `Malik Bendjelloul` gerçekten yaptığı işi ustaca kotarmış. Daha 36 yaşındayken.

9/10

Detachment

Denedim ama...



Adrian broddy'nin acı çeken balık bakışları en çok bu filmde işe yaradı bence. 
Bir öğretmenlik filmi daha. Farklılık yaratmak isteyen, çocukların içinde bulunduğu durumu değiştirmeye çalışan ancak kendisiyle ilgili mevcut ve geçmiş sıkıntılarını da üzerinden atamamış bir adamı canlandırıyor. 

Film ağır işliyor gibi görünse de aslında sıkmadan düşündüreterek devam ediyor (allah beni kahretsin. düşündürten dedim). Bu film amerikan bağımsızı değil de fransız filmi olsaydı (class) gibi daha iyi tutardı. Yani kıyıda kaldığına aldanmayın izleyin. 

Amerikan History X'ten bildiğimiz Tony Kaye yine aksiyonu çok tutmadan şiddeti veriyor. Gözyaşıyla.

7,5/10

The Imposter

Hastayım, hastasın, hastalar. 


Böyle hasta insanların bir araya gelmesi böyle bir olay örgüsü yaratabilir. 
Texsaslı bir ailenin 12 yaşındaki oğulları bir gün kaybolur. Bu sarışın ince surat hatlarına sahip çocuğun 3 yıl sonra İspanyada bulunduğu bilgisiaile gelir. Anca çocuk uzamış, suratı yuvarlaklaşmış ve en ilginci esmerleşmiştir. Bayağa esmerleşmekten bahsediyorum. 

Filmi ilginç kılan kısmı ailenin çocuğu olduğu gibi kabullenmesi. 
(buraya kadar ki bölümü tanıtımda da geçmekte) 


-----------Yazının Sonrası Spoiler içerir--------------

 Olayı kısaca anlatmak gerekirse: biri ispanyada polisi arar ve  bir çocuk bulduğunu söyler. 16-17 yaşlarında korkmuş bir çocuk. Polis gider çocuğu bulur sorar soruşturur ama kim olduğunu bulamaz. Çocuk Esirgemeye verir. Onlar da bilgi vermezse parmak izi kaydını alacaklarını söyleyince çocuk amerikalıy der. Aileme ulaşım der. Telefonla polisten amerikada kayıp kişileri öğrenir birinin kendi olduğunu iddia eder. Hoppola. Faks gelir. Kayıp çocuk texsaslı sarışın. Eleman saçını boyar aile fertlerinden geleni de sessiz ürkekçe inandırır (mı)!?  Pasaport çıkartır yollarlar. Tümaile fertleri inanmıştır kayıp oğullarının geldiğine. eleman nicholas gibi dolanır ortalarda. Hatta abartıp televizyon programlarına çıkıp kaçırılma hikayelerini anlatır. Ama bir özel ajan inanmaz ve araştırır. elemanın Cezayir asıllı bir fransız olduğunu ve avrupanın nerdeyse tüm ülkerinde çocuk esirgeme evlerinde kaçak kimliklerlekaldığını ve23 yaşında olduğunu öğrenir. Sınır dışı edilir. Aile ise "bizonun çocuğumuz olduğunu düşünüyorduk. kandırıldık" der. Ama belgeselin gidişinden çocuklarının öldürüldüğünü bildikleri vgizlemekiçin böyle bir oyunun içine girince göz yumdukları ihtimali belirir. Tabi ki bunu reddederler. 

Ben de ailenin çocuğun aile fertlerinden biri tarafından öldürüldüğünü bildiklerine inananlardanım. 

-----------Yazının Öncesi Spoiler içerir--------------

  
Sonuç olarak hasta bir velet var kaybolan. 
Hasta bir adam var onun yerine geçen ve bir aile var hasta şekilde durumu kabullenen(miş gibi görünen) 

Böylesine fantastik bir hikayeyi eline yüzüne bulaştırmadan çeken Bart Layton'ın oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Zira filmde gerçek kişileri kullanması, gerçekleri aktarırken (ima da bulunsa bile) tarafsız kalmayı başarmasıyla iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum. 

Böylesine polisiye aksiyon filmi tadında gerilimi yüksek bir belgesel izlemek sık karşılaşılan bir durum değil. Son dönemde öne çıkan belgelerden biri olarak kayda geçmeli izlenecekler listesine eklenmeli. 

8/10

25 Şubat 2013

the perks of being a wallflower

Tamam fena değil ama başyapıt falan da değil. 



Imdb.com puani 8,3. Bence kesinlikle abartılı bir puan. Evet film iyi. Evet film akıyor. Ama daha önce gençlik filmlerinden farklı olacak gibi giriyor ama devam edemiyor. Klişe bir film diyemiyorum ama bence çocukların psikolojik yanlarıan biraz daha değineiblirmiş. Biraz daha bağımsıza kaçsa belki bunu becerirdi de.

Yine de pekçok film arasından sıyrılıp izlenilesi bir film haline gelmiş. Kitabı övenler nasıl buldu bilmiyorum ama sanki kitap kadar dolu olmamış film yine.

7/10

Life of Pi



Kon-Tiki'den 2 gün önce izledim sanırım. Gerçekten Pasifik Okyanusunun genel durumuna hakimim diyebilrim. Uçan balıklar köpekbalıkları falan gerçek arkadaşlar.


Filmin hayali tavrını gerçekten sevdim. Filmin sıkıcı ilk bölmlerinden sonra finali böyle ters köşe bitirişi bence çok güzeldi. İnanmak istediğin hikayeyi kendin seçebiliyorsan şanslısındır.

Filmle ilgili tonla şey yazıldı çizildi. Oscarlardan en iyi yönetmen ve en iyi görsel efekt dahil 4 ödül aldı. Bu da filmin ortalama-üstü olduğunun göstergesi (bir beğeni kalite göstergesi olarak oscarı kullanan adamım ben).

8/10

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP