14 Aralık 2009

the box

Çehov : Duvarda bir silah varsa oyun sonunda mutlaka patlar.



Kısa hikayeden kısa film olur.

Benjamin Button'un 1920'lerde yazılmış bir kısa hikayeden çekildiğini bilmeyen yoktur. The Box da "Button, button" adlı kısa hikayeden yaratılmış bir film. Richard Kelly'nin son denemesi.

Benjamin Button nasıl oldu da kısacık bir hikayeden 2 saatlik bir film yarattı, hatırlayabildiniz mi? her türlü ıvır zıvırla içini doldurarak. Ana hikayesinin orjinalliği ve görsel etkisi 2 saatlik bir kabusla koca bir hiçe bürünmüştü gözümde.

Maalesef The Box'ın da sorunu bu. Aslında etkili sayılabilecek bir konuyu 1 saat 50 dakikalık bir film yapmaya çalışınca pekçok gereksiz ve etkiyi yok eden unsur da filme giriyor tabi. Richard Kelly gibi nevi şahsına münhasır bir adamdan beklenmeyecek şekilde ana konuyu bile unutmamıza sebep olan sorular silsilesiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Filmin sebep-sonuç ilişkisine bakışı oldukça güzel. "Verdiğin kararlardan sen sorumlusun ve sonuçlarına katlanmak zorundasın" diyor. Başkasını vuran sensen, başkasının seni vurma ihtimalini düşüneceksin. Yabancı dediğin kişinin kim olduğunu bilemezsin ve başkası için yabancı olduğunu unutmamalısın.

Ama filmin bu derdini doldurmak için anlattığı hikayeler gerçeklikten (tabi ki de bu gerekli bir şey değil) uzaklaşan, mistik ama sebebi bilinmeyen olayları gösteren - unutmamak gerekir ki filmin derdi sebep sonuç ilişkisidir ve bunu kendisi hiçe sayar - samimiyetten uzak oyunculuk performanlarıyla da oldukça vasatlaşıyor.

Cameron Diaz'ın yanında yeni yetme bir koca, yüzlerini bile hatırlayamayacak kadar az gördüğümüz patron, baba ve komşular (derinliksiz karakterler), anlamsız bir kadın profili (cameron diaz) ve onun hasta ayağı ve gerçek sebebini bilmediğimiz bir araştırma-intikam.

Tek güzel şey, görsel açıdan oldukça başarılı yarım surattı. Tek iyi performans da ondan yani Frank Langella'dandı.

Ayrıca kadınların hırslarına ağır eleştirisi de dikkat çekecektir.

Benim için hayal kırıklığıydı.
6/10

Not: Uyuyakaldıran bir film. Önceki ileti o nedenle yazıldı.
Not 2 : Twilight Zone adlı -bir ara trt 2de de yayınlanan- dizide aynı hikaye bir dizi bölümü süresinde yayınlanmış.
Not 3: Filmin germeye çalışan, mistikleşmeye çalışan yerlerinden o kadar çok sıkıldım ki anlatamam.
Not 4: Kelly kendi düğmesine basmıştır gözümde.
Not 5 : Yegane "push the button" için, dinleyin efendim. Bir nebze olsun keyfinizi yerine getirecektir.


1 yorum:

kuntil 16 Aralık 2009 07:01  

Öncelikle hayal kırıklığı yaratan bir filme 6 vermen ne kadar da eli bol bir sinema sever olduğunu gösterdi bana. Bu yüzden beğendiğim bu filmin, beğenmediğin taraflarına kendimce biraz açıklık getirmek istedim. (Blogunu yenigördümve çok hoşuma gitti, söylemeliyim)

Filmi izlemeyen arkadaşlara okumamasını tavsiye ederim.

Öncelikle konu itibariyle -her ne kadar twilight zone aynı konuyu 20 dakikada işleyebilmiş olsa da- 1 saat 45 dakika bence bu film için fazla değil. Konunun dallandırılıp budaklandırılıp da anlatıldığını da düşünmüyorum. Benjamin Button, Southland Tales, Dune gibi değil.

Bence film "Verdiğin kararlardan sen sorumlusun ve sonuçlarına katlanmak zorundasın" demiyor, bunu soruyor. Zira tüm bir film başarısızlıklar döngüsüne saplanıp kalmış bir uzaylı deneyi olduğu için, film bunu demiyor, film insanlığın üzerinde moral denemeleri yapan bir deneyi anlatıyor ve soruyor: Verdiğin kararlardan tek başına mı sorumlusun?

Bunu nereden çıkarttığımı soracak olursan filmin ilk 15 dakikasından diyeceğim. Hem bu ilk 15 dakika o mükemmel richard kelly çemberlerini tamamladığı için her filmindeki formülünden sapmamış. Hem bu ilk 15 dakika ayakla ilgili sorularıma da cevap verdi.

Uzaylılar, deneyleri gereği kurbanlarını çaresiz durumda bırakmaya çalışıyorlar. (Diaz'ın işten çıkarılması ve kocasının astronot olarak göreve başlatılmaması)

Ameliyat edilmesi büyük bir maddi yük olan "ayak" hikayesi ise kendisini küçük düşüren öğrenciden kaynaklı. Onun gerçekten İNSAN bir öğrenci olduğunu düşünüyor musun?

Ayrıca filme ilgili dikkat ettiğim belki sizin ve diğer izleyicilerin gözünden kaçan bir kaç nüansı paylaşmak isterim.

Diaz'ın derste yorumladığı konu neredeyse filmin briefingi gibi.

İlk cinayet-polis baskını, banyodaki kilitli ıslak kız.

İlk sahne, saat: 5.45

Ve Sartre alıntısı.

Öğütmesi zor filmler çeken bir yönetmen ve bir kere izlenip de kalemi kırılabilecek filmlerin yönetmeni olduğunu düşünmüyorum.

Nihayetinde, Roger Ebert Uzak ödül aldıktan sonra eleştirisini yazmamış ve beklediğini, tekrar izlediğini o zaman anlayabildiğini yazmıştı eleştirisinde.

Keyifli seyirler.

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP